13/11/2018
Bu sabah Bangkok’tan yola çıktık. Khaosan Road’daki hostelimizden ayrıldıktan sonra 5 dakika yürüyüp, tren istasyonuna giden 35 numaralı otobüse binmek için ana caddeye çıkıyoruz. Genel olarak şehirde çok rahat ettik hep, ara sıra yurt dışına seyahat eden insanlar olarak sürekli tetikte olma gereksinimi duymadık açıkçası. Tayland’da “google maps” ve “moovit” uygulamaları oldukça iyi çalışıyor.
Durakta geçen otobüs numaraları arasında 35 yoktu ama geleceğine inanıyorduk ikimiz de. O sırada bir tuktukçu bize laf atıp nereye gideceğimizi sordu ve tren istasyonu için 300 Baht’tan başlayıp, 100 Baht’ta kadar düştü. Otobüs bileti 10 Baht olduğu için inatla beklemeye karar verdik. Sıcağın altında, ön ve arkamızda iki çanta ile 5 dakika bekledikten sonra azim mazim kalmadı, başka bir tuktukçunun bize önerdiği 120 Baht’ı kabul edip bindik. Tren istasyonuna 11:30’da vardık, şansımıza 11:40 Chiang Mai treninde yer varmış. Kişi başı 15 Bath’a 3.sınıf tren biletlerimizi aldık, koşarak 8. perona gidip trene atladık.
Çantalarımızı üstteki çantalıklara koyup yerleştik. Önümüzde bir Budist monk oturuyordu, sol çaprazımdaki monk amcanın bize dik dik baktığını fark ettim ama yabancıyız ya ondan diye düşündüm. Tren kalktıktan birkaç dakika sonra tren görevlisi bize gülümseyerek yaklaştı ve bize arkaya ilerlememiz gerektiğini söyledi. Meğersem monklara kompartımanda ayrı yer ayrılıyormuş ama yazılar Tai dilinde olduğu için biz anlamamışız.
Gülümsemeler eşliğinde yeni yerimize oturduk. Orta yaş üstü Amerikalı Edward ve Taylandlı eşi Sue ile tanıştık. Edward kayınvalidesinin arazisine bir ev inşa etmiş, yılın 4-5 ayında burada, kalan zamanlarında Amerika’da Los Angeles’te yaşıyorlarmış. Onlara her şey çok ucuz tabi, her iki cümlesinin birinde bunu vurguladı. Bizi hiç unutmayacakmış, biz de onları unutmayalım diye buraya not düştük. 🙂
Yaklaşık bir buçuk saat sonra şehre varmıştık. Tren istasyonundan dümdüz yürüyüp 5 Baht karşılığında Nehrin karşısına geçtik. 15 dakikalık bir yürüyüş sonunda 3 gün kalacağımız Stockhome Hostel’e varmıştık. Hostelin lokasyonu oldukça iyi, tapınakların olduğu eski şehre 5 dakika yürüme mesafesinde, özel duşu ve tuvaleti olan klimalı oda tuttuk, gecelik ücreti 19 Dolar (600 Baht). Vaktimizin çoğunu ortak alandaki çalışma masasında geçirdik.
Otele eşyalarımızı bıraktıktan sonra öğle yemeği için otelden tavsiye ettikleri Earl House’a gittik ve midemizi şenlendirdik. Çok lezzetli Thai yemeklerinin yapıldığı tatlı bir restaurant, kesin oyuncak meraklısı bir sahibi var 🙂
Akşam hostelin hemen yanında canlı müzik yapan Junk House adlı mekana gittik. Hayatımda yediğim en acı soslu yemeği yemiş olabilirim, o tattan kurtulmak için üzerine patates kızartması ve 2 bira içmemiz gerekti. Canlı müziğe de biz oturduktan sonra ara verdiler. Şu ana kadarki en pahalı yemek parasını en hoşnut olmadığımız mekana vermiş olduk, kısmet 🙂

14/11/2018
Bu sabah oldukça erken kalkıp düştük yollara. 6 tapınağı gezebileceğimiz 220 Baht kombine bileti aldık. Birçok tapınağın tek giriş ücreti 50 Baht.
Şu anda Tayland olarak adlandırılan yerlerde, 13. yüzyılda kuzeyde Lanna ve Sukhothai Krallığı (buradan sonra uğrayacağımız şehirler Sukhothai ve Chiang Mai ), güneyinde Nakhon Si Thammarat krallığı (güney Tayland), kuzey doğusunda bölgedeki merkezi Lopburi olan Kimer Krallığı varmış. 14. yüzyılda Kimer hakimiyeti zayıflamış ve Kral U-Thong (Ramathibodi I) merkezi Ayutthaya olan yeni bir krallık kurmuş. Ayutthaya, Siam Krallığı’nın Sukhothai den sonra ikinci başkenti olarak 1350 yılında kurulmuş ve 1767 yılındaki Burma ordusunun gelip şehri yıkıp yakması, sakinleri de şehri terk etmeye zorlaması sonucunnda dağılmış. Şehri aynı yerde tekrar kurmamışlar ve başkenti önce Thonburi’ye, oradan da Bangkok’a taşımışlar.

Ayutthaya Krallığı; Çin, Vietnam, Hindistan, Kore, İran gibi Asya ülkeleri ve Danimarka, İspanya, Portekiz, Hollanda, İngiltere, Fransa gibi Avrupa ülkeleri ile diplomatik ve ticari ilişkiler geliştirmiş. Özellikle Kral Narai (1656- 1688) döneminde Güneydoğu Asya’nın ticaret merkezi olmuş. Şehre o dönemde ticaret yapmak için gelenlere özel topraklar verilmiş.

Şehir 3 tane ırmağın ortasına kurulmuş, Lopburi Nehri, Chao Praya Nehri ve Paa Sak Nehri. King U-Thong, Lopburi ve Chao Praya nehirlerini birbirine bağlamak için kanal açtırmış. Böylelikle şehri çevreleyen 4 nehir düşman saldırılarından korunmalarını sağlamış.
Bangkok’taki Grand Palace ve tapınak yerleşimi buradakinin aynısı. Kraliyet ailesinin yaşadığı saray (Grand Palace), yanında monkların yaşamadığı kraliyet tapınağı (Wat Phra Si Sanphet), insanların yaşam alanları ve diğer tapınaklar mevcut. 1767 yılındaki yangından sonra saraydan pek bir bina kalmamış sadece yıkıntıları var, diğer tapınakların ise çoğunun süslemeleri ve sıvaları yanmış, tuğlalar halinde kalmış.
Biz şehri yürüyerek gezdik. Günlük 30-50 Baht aralığında bisiklet kiralayabiliyorsunuz, 300-500 Baht civarında depozito istiyorlar ya da tuktuk seçeneği de var sizi tapınaklar arasında gezdiriyor. Pazarlık yeteneğinize güveniyorsanız 1000 Bahta tüm gün gezebilirsiniz. Bizim gibi yürüyerek gezecek olanlara uyarı: gündüz saatleri oldukça sıcak her ne kadar gölge alanlar olsa da sıcaklık bir süre sonra tüm tapınakların gözünüzde aynı hale gelmesini sağlıyor ne yazık ki.
Wat Maha That Ayutthaya’nın en meşhur tapınağı, 1374 yılında yapımına başlanmış. Burmalıların istilası sonrasında tapınaktaki Buda heykelinin başı, Budhi/Buda ağacı tarafından sarmalanmış. (Bu arada Budhi Ağacı Budizmde oldukça kutsal ve her Budist tapınağında bulunması zorunlu. Buda, bu ağacın önünde meditasyon yaparken aydınlanmış ve nirvanaya ulaşmış).



Wihan Phra Mongkhon Bophit tapınağında bronz Buda heykeli bulunuyor. Genişliği 9,55 metre, uzunluğu 12,45 metre, tabanı ise 4,5 metre uzunluğundaki en büyük Buda heykellerinden biri. Yangından sonra heykelin kafası ve sol kolu kırılıyor, sonra restore edilip, altın yapraklarla kaplanıyor. Buranın tuvaleti çok ilginç geldi bize, ayakkabılarınızı çıkartıp oradaki lastik terlikleri giymeniz gerekiyor. Şu ana kadar tüm tapınaklara, müzelere ayakkabılarımızı çıkartıp girmiştik ama umumi tuvalete bu şekilde girmek çok komik geldi bir an:) Bu arada bazı küçük dükkanlara ve bakkallara da ayakkabılarınızı çıkartıp giriyorsunuz.
Sonra yolumuzun üzerindeki Khun Phaen’in evine girmeyi ihmal etmiyoruz yarım saat kadar serinleyip uyuklamak için. Tai stili evler genellikle orta boylu bir insanın altından geçebileceği şekilde yüksek tabanlıymış. Bunun sebeplerinden bazıları vahşi hayvanları ve gece gelecek davetsiz misafirlerden korunmak, sel baskınlarına karşı önlem almak, evin altını depo olarak kullanmak ve ya ortak sosyalleşme (çömelme) alanı olarak kullanmakmış. Evin içi oldukça serindi bunun sebep çatının topraktan Doğu-Batı yönünde uzanmasıymış, bu güneş ışığını kesip eve serin rüzgarların gelmesini sağlıyormuş.

Tarihi evden çıktıktan sonra bugünkü son tapınağımız Wat Phra Ram tapınağını ziyaret ederken artık tapınaklara doymuş vaziyetteydik. Bu tapınak, 1369 yılında kral Ramesuan babası Kral U-Thong için inşa edilmiş. Tapınağın önü geniş bir bataklıkmış. Buradaki toprak saray ve tapınakların yapımı için kullanılınca genişlemiş. Yani buralar hep bataklıkmış sözü çok uymuş, hala bataklıktan toprak çıkartıyordu kepçeler.
İtiraf etmek gerekirse son tapınağa 6’lı giriş biletimizin hakkını vermek için gittik, çok yorgun ve çok açtık. Yolumuzun üzerindeki Ayutthaya Turist Merkezine (Ayutthaya Tourist Center) sadece bir uğrayalım dedik ki tüm bu yukarıda yazdığım bilgileri de öğrendiğim üst kattaki Phra Nakhon Si Ayutthaya Tarihi Sergisini ve Sanat Galerisini gezmiş olduk, çok güzel yapmışlar haklarını vermek lazım. Buranın yemeklerinden tatlılarından, sebzelerinden örnekleri görünce açlığımıza dayanamayıp buradaki en güzel öğünümüzü yediğimiz, tripadvisordan bulduğumuz Malako Restaurant’a doğru yol aldık.

Tayland’da favorimiz 7-Eleven. Her yerde var ve fiyatlar sabit. Yiyecek içecek fiyatlarının tuktuk fiyatları gibi turiste farklı yerlisine farklı olmaması bir avantaj bence ama yerli halkı nasıl etkilemiş gibi konuları bilemiyoruz açıkçası. Fırsatımız oldukça küçük bakkallardan almaya çalıştık suyumuzu.
