Bence bisiklete binmek bir süre sonra alışkanlık yapıyor. Sürdükçe özgürlüğünü hissediyorsun. İlk seferde hissettiğin her ağrı, yavaş yavaş kendini daha çok yol alma isteğine ve yolda olmaktan aşırı keyif almaya bırakıyor. Enerjisi yüksek bir ekiple yola çıktıysan eğer, aldığın haz, geçtiğin gördüğün yollar ve bulduğun minik dinlenme yerlerinde içtiğin bir yorgunluk birası da cabası.
Bir önceki hafta tesadüfi bir şekilde dahil olduğum bir bisiklet grubunun rotasını ertesi hafta kardeşim Pınar, arkadaşı Yasin, kuzenim Elçin, Turgay ve ben gerçekleştirmeye karar verdik. İnanılmaz güzel bir hafta sonu oldu, çok eğlendik.
Daha önceki hafta yolda bisikletimin lastiği patladığı için yola çıkmadan önce Decathlon’a uğrayıp lastik tamir ekipmanları, eldiven ve pedli bisiklet şortu aldık. Kask almadık bir tek ama kesinlikle almak şart. Hatta düzenli yapılacaksa dizlik, dirseklik gözlük de şart. En önemli ve olmazsa olmaz iki şey ise şapka ve güneş kremi.
Rotamız
1 – Edirne
İstanbul’dan Edirne’ye Metro ve Nilüfer firmalarının neredeyse her saat başı otobüsü var. Otobüsler Esenler otogarından kalkıyor. Saat 05.00’te bindiğimiz Nilufer’in otobüsü saat 07.30’da bizi Edirne otogarına bıraktı. İstanbul Edirne kişi başı otobüs bileti 55 TL. Edirne otogarından şehir merkezine otobüsler var. Biz beş kişi olduğumuz için taksiye binmeyi tercih ettik. Edirne otogardan şehir merkezine taksi 30 TL.
Selimiye Cami
Edirne’ye kadar gelmişken Selimiye Cami’ne girmeden şehri terk etmek istemedik. Selimiye Cami; II. Selim zamanında 1569-1575 yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş. Kocaman avlusu sabahın erken saatlerinde insana oldukça huzur veriyor. Bu tarz yerleri rehber eşliğinde gezmek ya da gelmeden önce okuma yapmak çok iyi oluyor. Bunu ayarlama fırsatımız olmayınca içerideki gruplardan birine yanaşıp, birkaç teknik bilgi edindik.
Eski Cami
Selimiye Cami’nden çıktıktan sonra şehir merkezine doğru ilerlemeye devam ettik. Karşımıza çıkan Eski Cami’yi es geçmek istemedik ve içine girdik. 1403’te Yıldırım Bayezid’in oğlu Süleyman Çelebi tarafından yapımına başlanan cami 1414 yılında Yıldırım Bayezid’in oğlu Mehmet Çelebi tarafından tamamlanmış. Mimarı ise Konyalı Hacı Alaaddin, kalfası Ömer bin İbrahim’miş. Eski Cami’nin yapıldığı dönem Fetret Dönemi olarak adlandırılıyor. Sırası ile Yıldırım Beyazıt’ın oğulları Süleyman Çelebi, Musa Çelebi ve Çelebi Mehmet’in birbirleri ile savaşıp tahta geçtikleri ve aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin başkentinin Bursa’dan Edirne’ye taşındığı dönem olmuş. Bu taht kavgaları nedeni ile de caminin yapımının çok uzun sürdüğü söyleniyormuş.
2 – Bisiklet Kiralama Yeri
Eski Camiden çıktıktan sonra trafiğe kapalı olan Saraçlar Caddesi’nden aşağı inip bisikletleri kiralayacağımız 25 Kasım Stadyumu’nun karşısındaki Nail Bey’in bisiklet dükkanına geldik. Hepimiz teker teker bisikletlerimizi deneyip alıştık. Bisikletlere ek olarak çantalarımızı bisiklete bağlamak için iki tane bagaj halatı, iki tane bisiklet kilidi ve bir tane de yedek olarak iç lastiği aldık. İki günlük kiralama ücreti kişi başı 80 TL. Bisiklet rotamız aşağıda.
3 – Karaağaç Sarı Cafe (Lokasyon)
Çantalarımızı bisikletlere bağlayıp 9.30’da başladık sürmeye. Sabah 5’ten beri yolda olduğumuzu düşünürsek karnımız zil çalmaya başlamıştı. Bisiklet sürmeye başlamak için inanılmaz tatlı bir rota Karaağaç yolu, yol oldukça düz, tek tük insan var. Meriç Nehri’nin üzerinden geçip on dakika kadar ilerledik. Sol tarafımızda bulunan Guinness Rekor denemesi için 600 kg ciğer pişirilmiş dünyanın en büyük tavasında fotoğraf çektirmeyi de atlamadık.
Kaldırımda iki üç masası olan, sarı bisikletlerin sepetleri çiçeklerle doldurulmuş çok sevimli rengarenk bir kafenin önünde durduk. Aslında bisiklete binmeden önce çok yememeliyiz diye konuşurken ortaya gelen serpme kahvaltıyı ve karışık gözlemeleri teker teker midemize indirmeye başladık. Yavaş yavaş bizi iyice ısıtmaya başlayan güneşin de keyfiyle yayıldıkça yayılıyorduk. Masada yenecek tek bir zeytin bırakmadan saat 11.30 gibi yola koyulduk. Kalan iki parça gözleme ve bir tane haşlanmış yumurtayı da yanımıza aldığımızı söylemek lazım. 5 kişi toplam 130 TL ödedik.
4 – Pazarkule-Kastanies Sınır Kapısı (Yunanistan’a Giriş)
Bir saat içinde Karaağaç’a oldukça yakın olan Pazarkule sınır kapısından çıkmış ve Yunanistan’a girmiştik. Normalde yayalar ve bisikletliler araba sırasını beklemeden hızlıca geçebiliyor. Bu sefer yaya trafiği oldukça fazla olduğu için bizi beş arabanın arkasına atsalar da hızlıca geçtik sayılır. Yurt dışı çıkış harcını bankaya yatırıp dekontunu alabileceğiniz gibi sınır kapısında da 50 TL olarak ödeyebiliyorsunuz.

5 – Kastanies – Rizia – Arda Nehri ve Arzos
Sınırı geçtikten sonra ilk karşımıza çıkan kasaba Kastanies. Yol almamız gerektiği için her kasabada durmadık. İnsanlara selam vere vere bisikletle yol almaya devam ettik.

Yolun en keyifli kısmı ise Rizia-Arzos arasında Arda Nehri’ni geçtiğimiz yol oldu. Su yolun on santimetre kadar üstünde olmasına rağmen bisiklet sürmeye devam ettik. Grubumuzdaki bazı usta sürücüler dışında hepimizin spor ayakkabıları su içinde kalmıştı. Çoraplarımızdan akan suyu sıkıp yola devam ettik neyse ki hava güneşliydi.
6 – Plati – Cafe Movtervo – Spilaio
İlk molamızı saat 14.00 sularında Plati’de verdik. Kasabalar oldukça sessiz ve sakin olmasına rağmen açık olduğu dahi anlaşılmayan bu mekanı bulmuş olmamız biraz şanstı aslında. Mekanın ismi Cafe Μοvτέρvο (Cafe Movtervo). Siparişlerimizi verdik. Herkes yolculuk için yanında getirdiği ne varsa bir anda masaya çıkardı. Kuru meyveler, çikolata barları, Edirne’den aldığımız fındık fıstık bir anda biraların yanında beliriverdi ve anında kapışıldı. 3 küçük 1 büyük bira ve 3 büyük boy su için 9.1 euro ödedik.
O kadar yorulduk; tabii ki de enerjiye ihtiyacımız vardı. Geçen haftaki bisiklet turunda komşu kasaba Spilaio’da bir parkta mola verip yolun karşısındaki süpermarketten biraları almıştık. Sonra parktaki banklara oturup dinlenmiştik. Bu park da alternatif bir mola yeri olabilir.

7 – Dikaia – Plátani Dikaíon All Day Cafe Bar
Dikaia’ya varmadan önce oldukça uzun süren bir yokuş var. Birazcık yorsa da tırmanışın sonunda verilen iki dakikalık dinlenme molası ve bol su insanı kendine getiriyor. Sıcağa karşı yol üstündeki ağaç gölgelerinden birine sığınmak harika bir çözüm. Saat 16.00 civarında bir önceki hafta mola verdiğimiz Angel Tavern’a geldik ama kapalıydı. Bugün canları mekanı açmak istememiş ya da siesta yapmak istemişler artık bilemiyoruz. Mekan kapalı olunca yan dükkandaki fırıncının bize tavsiye ettiği Πλάτανοι Δικαίων (Plátani Dikaíon) All Day Cafe Bar adında başka bir mekana gidip yine atıştırmalıklarımız eşliğinde soğuk yunan biralarımızı yudumladık. Burada da 4 büyük bira için 8 Euro ödedik.

8 – Palli-Ptelea-Ormenio
İkinci mola yerinden 16.30’da kalkıp artık durmadan Bulgaristan sınır kapısına doğru ilerledik. Bulgaristan sınırına gelmeden önce bir tırmanış daha var ama Dikaia’ya gelmeden önceki yokuşa nazaran biraz daha kolay diyebiliriz. Genelde çok fazla arabanın geçmediği çift şeritli yolların, sağlı sollu pamuk tarlalarının hatta yola saçılmış pamukların arasından geçerek sürdük. Yol kenarında bazen durup böğürtlen yediğimiz de oldu. Güneşin ve yokuşların ter attırdığı kısımlar dışında çok oldukça keyifli bir yol ama Avrupa’daki şirin kasaba yolları ya da üzüm bağı rotaları olmadığı için beklentiyi yüksek tutmamak lazım.
9 – Ormenio – Kapitan Petko Voyvoda Sınır Kapısı
(Bulgaristan’a Giriş)
Sınır geçişi yine oldukça kolay oldu. Yunanistan sınırından çıkış ile Bulgaristan sınırına giriş arasında oldukça uzun bir yol var. Karadan yürüyerek geçmek için çok uygun değil. Pazarkule’den yürüyerek çıkıp Kastanies gidecek olan çiftler görmüştük ama bu sınır kapısı yürüyerek geçilecek gibi değil, yani taşıt şart.

Bulgaristan’ın kendi para birimi var ve bu ülkede çoğu yerde kendi parası geçiyor sadece. Ama sınır kapısını geçtikten hemen sonra para bozdurulabilecek döviz büroları ve marketler var. İnternetten baktığımız kadarı ile saat 19.00’a kadar açıkmış. Şehir merkezinde de döviz bürosu vardır belki ama hafta sonu olduğu için burada Lev almak bize çok daha mantıklı geldi. Türkiye’den Euro aldığım için kişi başı günü birlik 25-30 Euro çevirttik. Restoranlarda kredi kartı geçiyor ama konaklama, bakkal gibi ihtiyaçlar için Lev olması şart. Geri dönerken sınırdan hemen önceki bakkal Türk, elimizde kalan Levleri oradan TL’ye geri dönüştürdük. Bu arada iki döviz bozdurma yerinde de TL/BGN (Lev) paritesi ile EUR/BGN paritesi hemen hemen aynıydı. Euro almak yerine TL’den de para dönüşümü yapabilirsiniz.
10 – Svilengrad
Svilengrad; Edirne’den sonra Bulgaristan’daki ilk şehir. Şehrin girişinde Meriç nehrinin buradaki ismiyle Maritsa nehrinin üzerinden geçen çok hoş bir köprü var. Osmanlı döneminde yapılan bu köprüden biraz daha ilerleyince şehrin meydanına ulaşılıyor. Birkaç restoran, cafe ve bakkal var etrafta bir de her köşe başında kahve makinesi. 30-60 stotinkiye (1 Lev = 100 stotinki) bir kahve alabiliyorsunuz ama kahve isimleri Bulgarca yazdığı için makinenin ne vereceği belli olmuyor. Sabahları makinenin başına geçip her birini denemek de çok keyifli geldi bana. Sabah kahveleri benden. 🙂
Konaklama olarak Къща за гости “Чекичев” (Lokasyon)
Şehre girer girmez ilk iş konaklama yeri ayarlamamız gerekiyordu. Daha önceden kaldığımız otele gidip yer var mı diye sorduk. Kişi başı 20 Lev olacak şekilde biri dört diğeri üç kişilik paylaşımlı tuvaletli iki oda tuttuk. Sırayla duş alıp bir güzel rahatlayıp akşam yemeği için kendimizi dışarı attık.
Akşam Yemeği
Şansımıza bir önceki hafta (21 Eylül 2019) geldiğimizde şehirde festival vardı, ona katılmıştım. Şehrin içine kurulmuş festival alanında kocaman mangallarda pişen etler, dondurma, lokma, baklava stantları aşırı derecede çekici duruyorlardı. Diğer yanda ise oyun parkurları, lunapark ve kocaman iki sokak boyunca kurulmuş gece pazarında battaniyeden çoraba her şey vardı. Festivalin ardından Maritsa Restorana gidip bir şeyler içmiştik. Restoranda sağda solda yiyenlere baktığım kadarı ile restoranda sunulan porsiyonlar büyük ve yemekler çok leziz gözüküyordu.

Bu hafta ise şehir oldukça ıssız ve sessizdi. Biz de şehrin sokaklarında çok vakit kaybetmeden Лозата (Lozato) Restoran’a gittik. Svilengrad’a bağlı Mezek köyünün şarapları oldukça meşhur. Biz de gelmişken bir şişe kırmızı mezek şarabı sipariş verdik (Menüde ilk yazan şarap: Chevall de Katarzina Merlot). Ara sıcak olarak dört peynirli fırın brokoli, rokfor peynirli mantar, herkes için bir porsiyon ana yemek, su ve ekmek 80.20 Lev tuttu. Ya biz çok açtık ya da şefin eli çok iyiydi, her bir yemek aşırı lezzetliydi ve şarabı da çok beğendik.
Sabah Kahvaltısı
Yemekten sonra da otele geri dönüp, yatağa yatar yatmaz sızmışız. Ertesi gün saat 9.00’da yorgunluktan sürünerek yataktan çıktık ve güzel bir kahvaltı için Restaurant Parka Svilengrad’a doğru bisikletlerimiz ile ilerledik. Burası parkın içinde kuş sesleri arasında kahvaltı yapabileceğiniz hoş bir restoran. Bulgaristan’da bizim gibi bir kahvaltı kültürü yok malum ama bizim güne neşeyle başlamamıza yetecek kadar güzel bir sofra hazırladılar diyebilirim. Peynirli omlet, ortaya karışık salata, çay, kahve ve yemeğin sonunda paylaşılan iki süper tatlı 55 lev tuttu. Kahvaltımızı yaptıktan sonra son hazırlıklarımızı yapıp 11.30 gibi yola koyulduk.
Dönüş Yolu
Svilengrad’dan ayrıldıktan sonra oldukça kısa süren bir yokuş çıkmanız gerekiyor, sonrasında yol rahatlıyor. Kalan kısım düz ve inişli, sağlı sollu üzüm bağlarının, pamuk tarlalarının arasında ilerleniyor. Asfaltın birazcık bozuk olması dışında keyifli bir yol. Saat 12.30 gibi tek mola vereceğimiz yer olan sınırdan hemen önceki dükkanların önünde durduk. Birer bira içip, elimizde kalan levleri buradaki marketten TL’ye çevirttik. Ardından Kapitan Andreevo kasabasından geçip, sınır kapısının hemen önünden otobana girdik.
Svilengrad-Kapitan Andreevo-Kapikule Sınır Kapısı
Kapıkule sınır kapısı oldukça işlek ve oldukça büyük bir Duty Free mağazası var. Duty Free’den birkaç şey alıp sınırdan hızlıca geçtik. Bisikletli olmanın bir faydası da bu, sınırlarda fazla beklemeden geçebiliyorsunuz. Mola vermek isterseniz Türkiye’ye girdikten hemen sonra çay kahve içilebilecek dükkanlar ve benzin istasyonu var.

Yolun bundan sonraki kısmı otobandan ve oldukça sevimsiz. Başka bir yol alternatifi de yok ne yazık ki. Edirne’ye kadar bu yoldan devam edip doğruca bisikletleri aldığımız yere gidip teslim ettik. Aldığımız iç lastik ve diğer ekipmanları da iade edip extradan bir ücret ödemedik. Saat 15.00 olmadan işlerimizi halletmiştik bile.
İlk gün 60km ikinci gün ise 40km yapmıştık. Çok yorgun olmamıza rağmen bisikletleri teslim ettikten sonra şehir merkezine gidip hediyelik Kavala kurabiyelerimizi aldık. (Tavsiyem Saraçlar Caddesindeki Arslanzade satış ofisi). Sonrasında da saat 16.30’da kalkacak olan İstanbul otobüsüne yetiştik. Edirne Tava ciğerini yemeyi de başka bir Edirne turuna bıraktık.
Keyifli hafta sonu bisiklet rotamıza katılan herkese çok teşekkürler. 🙂